Dünyaya açılan, kişiliğimizi ve karakterimizi yansıtan bir parçamız olan yüzümüzün görüntüsü ve yapısı ilk çağlardan bu yana ilgi uyandırmaya devam etmektedir. Her birimizin kendine has özelliklerini taşıyan yüzlerimiz, eşsiz ve her şeyiyle bizlere ait ve bizi anlatmaktadır. Yüzümüz, karşımızdakilerin bizimle ilgili bir fikir oluşturmak için baktığı ilk noktadır. Bu nedenle yüz güzelliği her zaman beğeni toplamış, yüzün sahip olduğu oranlar ölçülmüş belli bir estetik zevk oluşmuştur. Yüzdeki kaş, göz, dudak, burun gibi uzuvlarımızın birbiri ile ideal oranı Antik Yunan'dan bu yana hesaplanmış ve altın oran dediğimiz bir estetik kalıbına ulaşılmıştır. Evrende yaratılmış her şeyde bu kusursuz estetik oranına rastlamak mümkün, bir salyangoz kabuğundan tutun da günebakan çiçeğine kadar... Doğası gereği her zaman kusursuzluğu ve güzelliği büyüleyici bulan insanoğlu, altın oranı kendi yüzü için de hesaplayıp, ideal güzelliğin nasıl olması gerektiğini estetik anlayışıyla ortaya koymuştur.
Hayat gibi insan yüzünün de altın oranda ölçülüp biçildiği gibi her zaman kusursuz olması imkansızdır. Bazen genetik ve bazen ırksal özelliklerden pek de hoşnut olmayacağımız bir yüzle doğabiliriz. Belki de zamanın yorgunluğu yüzümüzde kendini çizgiler olarak gösterecektir. İstenmeyen bir kaza ya da her hangi bir müdahaleyle meydana gelen iz ve yaralardan da artık tıptaki gelişmeler sayesinde kurtulmak hem mümkün hem de düşünüldüğünden daha kolay. Yüze yapılacak estetik müdahalenin artık sadece cerrahi olarak yapılması gerekmiyor; gelişen teknoloji estetik konusunda da atılım göstermekte. Cildinize küçük dokunuşlar ve uygulamalar, birkaç enjeksiyonla on yaş gençleşebilmek mümkün. Böylece yüzünüzde hem doğal bir görünüm yakalayabilecek hem de ameliyatın risklerini göze almak zorunda kalmayacaksınız.